
Duyduğunuzda inanamayacağınız 8 icat, Polonyalılar tarafından bulundu. Bu icatların neler olduğunu öğrenmek istiyorsanız yazımızı okumaya devam ediniz.
- KURŞUN GEÇİRMEZ YELEK

1901 yılında Kraków’da kurşun geçirmez yelek ile yapılan bir gösteri. Silahın namlusu ceketin mucidi Jan Szczepanik’in asistanına yöneltilmiş durumda.İlk başta birçoklarına şaşırtıcı gelebilir ancak kurşun geçirmez yelek, Jan Szczepanik ve Kazimierz Żegleń adlı iki Polonyalı tarafından 1901 yılında icat edildiğinden bu yana hayatımızda. Namludan çıkan merminin enerjisinin, birbirine örülmüş ve üst üste yerleştirilmiş kumaş parçaları tarafından absorbe edilmesi fikri üzerinde çalışıldığı ilk zamanlar ve bugün bile yeleğin işlevi bildiğimiz şekliyle aynıydı. Szczepanik ve Żegleń, giysinin geçirimsiz doğasını göstermek amacıyla, normalde kalın tahta kalasları ve demir levhaları kolayca delip geçebilecek mermilerle kamuya açık testler gerçekleştirdi. Bu denli cesur gösteriler, yeleğin 8 mm kalibreli tabanca değil, Mannlicher tüfekten (genellikle 100 metre uzaklıktan 12mm kalınlığındaki demir levhayı deler) çıkan mermileri dahi durdurabilme yeteneğini gözler önüne serdi.Szczepanik, 1902 yılında, İspanya Kralı Alfonso XIII, kendisi tarafından yapılan kurşun geçirmez kumaşla kaplı makam aracındayken, bir bomba saldırısından sağ kurtulduğu zaman dünya çapında bir ün kazandı.
2.KULAK TEMİZLEME ÇUBUĞU
Sıradaki icadımız: Kulak temizleme pamuğu ya da bugünkü adıyla pamuklu çubuk. Çok az kişi, ucu pamuklu çubukların mucidinin Varşova doğumlu Leo Gersenzang olduğunu bilir. Yahudi bir ailenin çocuğu olan Gerstenzag, 20’li yaşlarında, 1923 yılında “kulak temizleme çubuklarını” icat ettiği Şikago’ya göç etti. İcadına ilk olarak “Baby Gays” adını verdi. İsmini akılcı bir hareketle “Q-Tips” olarak değiştirdikten sonra, Leo ve Leo Gerstenzang Bebek Yenilik Şirketi gittikçe tanınır hale geldi. O güne kadar kim, bu basit pamuklu çubukların, dünyanın en çok satan sağlık ve hijyen ürünlerinden biri haline geleceğini düşünebilirdi ki!
3.VİTAMİNLER
Sağlıktan bahsetmişken, vitaminlerin keşfinin de bir Polonyalı’ya atfedildiğini biliyor muydunuz? Kazimierz Funk, Polonyalı bir bilim adamıydı. Onun bu icadı gerçekleştirmesini sağlayan çalışmaları, 1910 yılında, Lister Enstitüsü’nde çalışmak üzere Londra’ya gidip Enstitü’nün direktörü Charles Martin ile tanıştığında başladı. Martin ve Funk, beriberi hastalığı üzerine araştırmaları birlikte yaptılar. Hastalığın temel göstergesi, kabuğu soyulmuş pirinç yiyen kişilerde ortaya çıkmasıydı. Funk, güvercinlerde görülen, insanlardaki beriberi hastalığına eş başka bir hastalık hakkında bilgi sahibiydi. Bu nedenle, tedavi ile ilgili çalışmalara güvercinler üzerinde devam ettiler. Güvercinleri iki gruba ayırarak işlenmiş pirinç verdiler. Daha sonra pölinörite (sinir iltihabı) olan güvercinlerin ilk grubuna fraksiyon A, diğer gruba da fraksiyon B tedavisi uyguladı. Fraksiyon A’yı alan güvercinler öldü, diğer grup ise iyileşti. Funk, fraksiyon B’yi analiz etti ve analiz sırasında çok küçük “eser elementlerin” güvercinleri iyileştirdiği ortaya çıktı. Bu elemente vitamin adını verdi: “vita” yaşam anlamına geliyor, “amine” ise azot ihtiva eden bileşiğin adı. Funk, özütleyebildiği bu ilk vitamine B1 adını verdi, bugünkü adıyla tiamin olarak da geçiyor.
4. ÇOCUK HAKLARI
Sağlık en önemli şey değil mi? Alicja Englard, daha sonraki ismiyle Alicja Miller’ın sağlık alanında, toplum olarak işlevimizi etkileyen atılımı, konuyu başka bir boyuta taşıdı. Onun öncü çalışmaları, sağlık ve hijyenin yanı sıra refah konusundaki haklarımız adına da hayati önem taşıyor. Miller aslında, daha sonra çocuklara yönelik şiddeti kanuna aykırı hale getiren yasaların temelini attı. Varşova’nın işgal alında olduğu savaş döneminde, Tadeusz Kotarbiński ve Władysław Tatarkiewicz’in gizli kurslarına katılarak felsefe okudu. Araştırmaları, onu Basel Üniversitesi’ndeki doktora çalışmasına götürdü. İsviçre’de bir Polonyalı ile evlenerek soyadı olan Miller’ı kullanmaya başladı. Hitler, Mao ve Stalin gibi diktatörler konusunda yaptığı tez çalışmaları, onu her diktatörün çocukluğunda şiddet mağduru olduğu sonucuna ulaştırdı. Onun, çocuklara dayak atmanın yarattığı hastalık üzerine düşünceleri, bedensel cezalandırma şekillerine alışkın Avrupa’da büyük spekülasyon yarattı. Artık, Alice Miller’ın azmi sayesinde bir zamanlar doğal karşılanan davranışlar, yasalar tarafından çocukları korumak üzere, bugün büyük bir suç olarak kabul ediliyor. Birçok kitap yazan Alice Miller’ın düşünce ve yazıları dünya çapında pek çok psikolog için de ilham kaynağı oldu. Diktatörlüğün zincirlerinden hala kurtulamadığımız bugün bile, çocuklarımızı ve aslında kendimizi korumak için, daha yapmamız gereken çok şey olduğu oldukça bariz. Alice Miller’ın daha mutlu, huzurlu bireyler ve dolayısıyla toplum refahı adına temel ve hayati önem taşıyan kitaplarından biri olan Yetenekli Çocuğun Dramı, Türkçe’ye de çevrilmiş durumda. Kişiliğimiz, davranışlarımız ve dolayısıyla hayatımız adına çok temel ve önemli ipuçları barındıran kitap, okunması şart, kitaplığımızın olmazsa olmaz başucu eserlerinden biri.
5. ESPERANTO
Dünya çapında önem kazanmış bir başka fikir de Ludwik Zamenhof’un icadı olan, yapay olarak oluşturulmuş Esperanto. Yahudi kökenli bir Polonyalı olan Ludwik Zamenhof, aslında göz doktorluğu eğitimi almış ve bu yeni lisanı 1887 yılında yayınlamış. Tıpkı Miller gibi, daha parlak bir gelecek için Zamenhof insanlar arasında yanlış anlamalara ve anlaşmazlıkların ana nedeninin dil engeli olduğunu göstermek istedi. Ona göre, ortak ve çağdaş, hatta Latince’den bile daha basit bir dilin oluşturulması, bu duruma uygun bir çözümdü. İlginçtir ki, Esperanto Wikipedia’da 185 bin giriş almış ve burada Danca ve Litvanyaca’dan önce 32. dil olarak sıralanmış durumda. Sonuçta, bugün şöyle ya da böyle 2 milyon kişi Esperanto dilini konuşabiliyor. So, kip pri tio? (buna ne demeli)
6. COMMODORE 64
Guinness Rekorlar Kitabı’nda en çok satan bilgisayar modelinin arkasındaki isim kim biliyor musunuz? Commodore 64’ün yaratıcılarından başkası değil. Daha sonraları, Jack Tramiel ismiyle ünlenen Polonyalı Yahudi bir ailenin oğlu olarak 1928 yılında dünyaya gelen Jacek Trzmiel. 1939 yılında Almanlar’ın Polonya’yı işgalinden sonra ailesiyle birlikte Lodz’da bulunan Litzmanstadt gettosuna transfer edildi ve burada bir giysi fabrikasında çalışmaya başladı. Azınlık mahallesinin boşaltılmasıyla birlikte ailesi Auschwitz toplama kampına gönderildi. Geleceğin girişimcisi, çalışma kampından 1945 yılın Nisan ayında kurtarıldı ve 1947 yılında Amerika’ya göç etti. Tramiel, kısa bir süre sonra ofis ekipmanlarını onarma ve daktilo yazma işlerinde çalışmak üzere Amerikan ordusuna katıldı.
1953 yılında taksi şöförü olarak çalışmaya başladı ve Bronx’ta ofis makinelerini tamir etmek için bir dükkan satın aldı. Şirketine Commodore Portable Typewriter ismini verdi. Hesap makineleriyle başlayan şirket, hızla kişisel bilgisayarlara döndü ve nihayet 1982’nin harikası Commodore 64, Apple ve IBM gibi devleri geride bıraktı. Şirketin 17 milyon adet bilgisayar sattığı tahmin ediliyor.
7.AY TAŞITI
Teknolojiden bahsetmişken, Mieczysław Bekker ve onun icat ettiği ay taşıtını unutmamak gerek. Varşova Teknik Üniversitesi mezunu Bekker, Polonya Askeri Bakanlığı’nda Ordu Araştırma Enstitüsü’nde çalışıyordu (1931–1939). Burada değişken zemin üzerinde giden paletli araç sistemleri üzerinde çalışıyordu.
1942 yılında Kanada’dan gelen teklif üzerine, 1943 yılında araştırmacı olarak Kanada Ordusu’na katıldı. 1956 yılında ABD’ye döndü ve ekibi, NASA’nın düzenlediği ay yüzeyinde hareket edebilen araç yaratma yarışmasını kazandı. Proje, Apollo Programı’na alındı ve daha sonraki gelişmeler Ay Taşıtı’nın temellerini oluşturdu. Bekker, fikir ortağı olduğu gibi aracın tasarımı konusunda da önemli katkılarda bulundu.
8. BOB
Sizce Katie Holmes, Victoria Beckham, Uma Thurman ve Rihanna’nın Polonya ile ilgili nasıl bir ortak noktaları olabilir? Dünyanın ilk, ünlü kuaförü olan Antoni “Antek” Cierplikowski (1884-1976) tarafından keşfedilen ‘Bob’ saç stili. Fakir bir Polonyalı çiftçi ailenin çocuğu olan Cierplikowski, 1901 yılında 17 yaşındayken, cebinde çok az para ve çat pat bir Fransızca ile Paris’e gitti ve burada bir salonda çalışmaya başladı. Yaz boyunca Paris sosyetesinin gittiği Deauville adlı yerde çalıştı. 1904 yılında Lily de Moure meşhur şapkasını kaybedince, onun için bir saç stili yarattı. Lily, prensin kollarında başında şapkasız bir halde yeni saçıyla görülünce, bu olay büyük sansasyon yarattı ve diğer moda meraklısı kadınlar, doğal olarak aynı kuaföre gitmek istedi. O günden bu yana, Antoine tarzı, hala zengin ve ünlülerin tarzı olarak görülür ve onun şöhretini kazanmak isteyen birçok kuaför tarafından taklit edilir.
Alıntı: culture.pl